Apaçık Radyo'nun yeni Youtube serisinin ilk konuğu dünyaca ünlü Bulgar yazar, Uluslararası Booker Ödüllü Georgi Gospodinov.
Bir süredir yakın çevreme aynı şeyi söylüyordum: Yakın tarihle, özellikle de hafızanın nasıl kurulduğuyla ilgileniyorsanız, Gospodinov okuyun. Zaman Sığınağı’nı yaklaşık iki yıl önce elime aldığımda, sembolik bağların ötesine pek geçemediğim Bulgaristan geçmişine dair herhangi bir ansiklopedik metinden çok daha fazlasını vaat eden bir anlatının içine girdiğimi hissetmiştim. Uluslaşma, sovyetleşme ve nihayet kapitalistleşme momentlerini aynı anda kavrayabilen bu metin, Balkan coğrafyasını yalnızca bir “yenilgiler alanı” olarak okumaya direnen güçlü bir ses sunuyordu. Türkiye’nin çıkışsız ruh hâllerine komşu, tanıdık ama dışarıdan gelen bir ses.
2023 Uluslararası Booker Ödülü’nü bu romanla alan yazarın Türkçedeki yolculuğu ise ödülden çok daha önce başlamıştı. Metis Yayınları ekibiyle Kadıköy’deki İstanbul Kitapçısı’nda buluştuğumuzda, Gospodinov’un Türkçedeki serüveninin sekiz yıla yayıldığını hatırlatıyorlar. Aynı buluşmada yazarın yayınevine özellikle teşekkür etmesi boşuna değil; şiirlerini de Türkçede okurla buluşturdukları için. Nitekim yazın hayatına başladığı bu şiirlerle yayıncılık dünyasında pek ilgilenen olmadığını da söylüyor.
Babasının ölümünden sonra kaleme aldığı Bahçıvan ve Ölüm’ün Türkiye’de gördüğü yoğun ilgi ise hem yayınevi hem yazar için şaşırtıcı. Kadıköy’deki imza gününde İstanbul Kitapçısı’nı dolduran yüzlerce okur arasında İzmir’den otobüse atlayıp gelenler de var; Gospodinov’un Türkçede basılı neyi varsa alıp tek tek imzalatanlar da. Bu söyleşi, tam da bu “sihirli an”ı anlamaya çalışıyor.
İ. M: Kadıköy’deyiz. Georgi Gospodinov’la birlikteyiz. Bursa Edebiyat Festivali için Türkiye’deyken, İstanbul’daki okurlarla da çok güçlü bir buluşma yaşandı. Bir zamanlar defterlerde duran notların bugün okurlarla buluşması nasıl bir his?
G. G: Burada çok duyarlı bir okur kitlesiyle bir araya geldik. Hissim, bunun bir mucize olduğu. Üç saat süren imza boyunca birbirini tanımayan ama kitaplar aracılığıyla bir araya gelen insanlardık. Ben çok mutlu hissediyorum ve insanların da iyi hissettiklerini düşünüyorum. Umarım okurlar bu buluşmadan olumlu duygularla ayrılmıştır.
İ. M: Metninizin ilk kez başka bir dile çevrildiği anı hatırlıyor musunuz?
G. G: Okurlarla ilk buluşmaları hatırlıyorum; Avusturya’daydım. Bu hikâyeler okurlara ulaşabilecek mi diye merak ediyordum çünkü son derece bireysel hikâyelerdi. Alkıştan önce gelen o sessizliği duyduğumda anladım. O sessizlik çok önemlidir; öykünün yerine ulaşıp ulaşmadığının göstergesidir. Artık korkmuyorum.
İ. M: Bir söyleşinizde yazmayı bahçeciliğe benzetmiştiniz. Buradaki okurlar ve çevirilerle ulaştığınız okur, o bahçenin meyveleri mi?
G. G: Hayır. Herkes kitaplarla kendi bahçesini yapacak. Kendi hayali bahçesini.
İ. M: Hayali derken, tasvir edilemez bir bahçe mi?
G. G: En optimistik, en güzel, en yakın, en yaratıcı olanlar onlardır: bahçıvanlar.
İ. M:Bahçıvan ve Ölüm’ü sormadan geçemem. Türkiye’de roman çok güçlü bir karşılık buldu. Sofyalı bir arkadaşım, kitabı ağlayarak okuduğunu söyledi; dedesi de bir bahçıvanmış. “Artık ne dedem var ne de Bulgaristan’da bahçeler,” dedi. O andan sonra romanı Bulgaristan’ın 1989 öncesi ve sonrası üzerine politik bir metin gibi okumaya başladım.
G. G: Bu romanın sadece babam hakkında olmasını istemedim. 20. yüzyılın ikinci yarısını anlatan bir roman olsun istedim. Dünyanın ya da herhangi bir toplumun hikâyesinin, kişisel hikâyeler aracılığıyla anlatılabileceğine inanıyorum. Bizim babalarımız, insan olmak için sistemden ve kariyerden uzak durmak gerektiğine inanıyorlardı. Bu anlamda romanın politik olarak okunması da çok makul.
İ. M: Son olarak, Türkiye’deki babalara ve çocuklarına ne söylemek istersiniz?
G. G: Birbirimize çok benziyoruz ve bu çok normal. Babaların ölürken verdikleri son ders, onurlu bir şekilde nasıl ölüneceğidir. Oğullar ve kızlar içinse en önemli şey, son anlarında babalarının ellerini tutmalarıdır.
İ. M: Yan yana olmak büyük bir mutluluk ve onur. Çok teşekkür ederim.
Georgi Gospodinov’la bu buluşma, edebiyatın yalnızca metinler arasında değil, insanlar arasında da dolaşabildiğini bir kez daha gösteriyor. Defterlerde başlayan cümlelerin, başka dillerde, başka hayatlarda yankı bulması belki de Gospodinov’un “mucize” dediği şey. Üç saatlik okur buluşmasının ardından, söylenenler kadar söylenmeyenlerin de yerini bulduğu bir akşamın sonunda, Gospodinov’un çok sevdiğini söylediği sarı İstanbul günbatımı eşliğinde bu söyleşi de o “alkış öncesi sessizliğin” içinden yankılanmaya devam ediyor.
İlksen Mavituna

